rent a car antalya dan araç kiralama yaparak Konya GEZİSİ

Antalya Konya transfer ile konya da gezmek isteyeceğiniz yerler

Konya ile Antalya arası 302 Km. Bu mesafe arabayla yaklaşık olarak 3 saat 58 dakika sürecektir. Uçak ile seyahat etmeyi planlıyorsanız, 192 Km olan yolculuğu yaklaşık olarak 45 dakika sürede tamamlayabilirsiniz.
Şehirler arası ulaşımlarınız ile Antalya içi ulaşımlarınız ve transferlerinizde sadece size tahsis edilmiş araçlarımızla özellikle Antalya çıkışlı ulaşımlarınızda , özel olarak temizlenmiş ve dezenfekte edilmiş araçlarımızla , araçta sadece siz olduğunuzun garanti ederek yolculuğunuzu sağlıklı ve konforlu bir şekilde yapmanızı sağlıyoruz.. Amacımız sizin hijyen koşullarında gideceğiniz yere ulaştırmaktır. Araçlarımız 8 kişilik minibüs , 10 kişilik minibüs , 13 kişilik minibüs , 16 kişilik minibüsler olmak üzere sizin hizmetinize sunulmuştur. Sizin özel araç isteğiniz durumunda vip araçlarımız Mercedes vito vip başta olmak üzere olarak hizmetinizdedir. İstediğiniz adresten size tahsis edilmiş araçlarımızla alalım istediğiniz adrese veya istediğiniz şehirdeki adrese bırakalım.
Koronavirüse karşı koruyucu tedbirler kapsamında İçişleri Bakanlığı tarafından 23.03.2020 tarihinde yayımlanan Ek Genelge'de; il ve ilçelerdeki tüm şehir içi ve şehirler arası çalışan toplu taşıma araçlarında (şehirler arası yolcu otobüsleri dahil), araç ruhsatında belirtilen yolcu taşıma kapasitesinin yüzde 50'si oranında yolcu kabul edileceği ve araç içindeki yolcuların oturma şeklinin yolcuların birbirleriyle temasını engelleyecek şekilde olacağı hususları düzenlenmiştir. Son kara yolları düzenlemesine göre Araçlarımız 8 kişilik minibüsün 4 kişi taşıması , 10 kişilik minibüsün 5 kişi taşıması , 13 kişilik minibüsün 6 kişi taşıması , 16 kişilik minibüsün 8 kişi taşıması 27 kişilik midibusın 13 kişi taşıması gerekmektedir. Şehirler arası ulaşımlarınız ve transferlerinizde sadece size tahsis edilmiş araçlarımızla özellikle Antalya çıkışlı ulaşımlarınızda , özel olarak temizlenmiş ve dezenfekte edilmiş araçlarımızla , araçta sadece siz olduğunuzu garanti ederek yolculuğunuzu sağlıklı ve konforlu bir şekilde yapmanızı sağlıyoruz.. Amacımız sizin hijyen koşullarında gideceğiniz yere ulaştırmaktır.

Konya Selçuklu Türklerinden önce küçük bir kasaba idi. Romalılar “ikonium” ismi ile anmışlardır. ... 1071 Malazgirt Zaferinden sonra bütün Anadolu gibi Konya da Türkler tarafından fethedilmiştir. Türkler bu küçük kasabayı Anadolu'nun en büyük ve en mamur şehri hâline getirmiş ve “Konya” ismini vermişlerdir.
Konya, Türkiye'nin yüzölçümü bakımından en büyük ili ve en kalabalık yedinci şehridir. 31 ilçeden oluşur. Konya İl Nüfusu: 2.232.374'dür.
Antalya KONYA transfer ile gezmek isteyeceğiniz yerler....
Çatalhöyük Neolitik Antik Kenti
İnsanlığın gelişiminde önemli bir evre olan yerleşik toplumsal hayata geçişle birlikte, tarımın başlangıcı ve avcılık gibi önemli sosyal değişim ve gelişmelere tanıklık eden Çatalhöyük Neolitik Kenti, Güney Anadolu Platosu’nda yaklaşık 14 hektarlık bir alan üzerinde yer almaktadır. İki höyükten oluşan Çatalhöyük Neolitik Kenti’nin daha uzun olan Doğu Höyüğü, M.Ö. 7400 ve 6200 yılları arasına tarihlenen 18 Neolitik yerleşim katmanından oluşmaktadır. Söz konusu katmanlarda, sosyal örgütlenmeyi ve yerleşik hayata geçişi simgeleyen duvar resimleri, rölyefler, heykeller ve diğer sanatsal öğeler yer almaktadır. Batı Höyüğü ise M.Ö. 6.200 ve 5.200 yılları arasına tarihlenen Kalkolitik Döneme ait kültürel özellikler göstermektedir. Bu özellikleriyle Çatalhöyük, aynı coğrafyada 2000 yıldan fazla bir süredir var olan köylerden kentsel hayata geçişin de önemli bir kanıtıdır. Çatalhöyük’teki içlerine çatılardan girilen birbirine bitişik evler ile sokağı olmayan yerleşim ünik bir özellik sergilemektedir. Ortadoğu ve Anadolu’da diğer Neolitik alanlar bulunmuş olmasına rağmen, Çatalhöyük Neolitik Kenti, kalıntıların boyutu, yaşayan toplumun yoğunluğu, güçlü sanatsal ve kültürel gelenekler ve zaman içindeki sürekliliğin benzersiz bileşimi ile olağanüstü evrensel değer taşımaktadır.

Çatalhöyük Neolitik Antik Kenti, Konya'nın Çumra İlçesi sınırlarında olup, ilçenin 10 km. doğusunda yer almaktadır. Höyük, farklı yükseklikte iki tepe düzü olan bir tepe şeklindedir. Bu iki yükseltisi nedeniyle çatal sıfatını almıştır. Çatalhöyük 1958 yılında J. Mellaart tarafından keşfedilmiş, 1961-1963 ve 1965 yıllarında kazısı yapılmıştır. Yüksek tepenin batı yamacında yapılan araştırmalar neticesinde, 13 yapı katı açığa çıkarılmıştır. En erken yerleşim katı (1) ise M.Ö. 5500 yıllarına tarihlenmektedir. Stil kritiği yolu ile yapılan bu tarihleme, C 14 metodu ile de doğrulanmış bulunmaktadır. İlk yerleşme, ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapılara ait özgün buluntuları ile insanlık tarihine ışık tutan bir merkezdir. Çatalhöyük'teki yerleşimin, yani şehirciliğin en iyi bilinen dönemi 7. ve 11. katlardadır. Dörtgen duvarlı evlerin duvarları birbirine bitişiktir. Ortak duvar yoktur, her evin kendi müstakil duvarı vardır. Evler ayrı ayrı planlanmış ve ihtiyaç duyulunca yanına başka bir ev yapılmıştır. Evlerin bitişik duvarları nedeniyle şehirde sokaklar mevcut değildir. Ulaşım düz damlar üzerinden olmaktadır. Şehri sınırlayan ve koruyan sur duvarları niteliğinde herhangi bir buluntuya rastlanmamıştır. Bina yapımında kullanılan malzeme kerpiç, ağaç ve kamıştır. Evlerin temel derinlikleri azdır. Duvarlar arasında ağaç dikmeler vardır. Bu dikmeler üzerine gelen kirişler düz tavanı taşımaktadır. Tavan üst örtüsü kamış üzerine sıkıştırılmış kil topraktır. Evler tek katlı olup, eve giriş damda açılan bir delikten merdivenle olmaktadır. Her ev bir oda ve bir depodan oluşur. Odaların içinde dörtgen ocaklar, duvarların ön kısımlarında taban döşemesinden yüksekliği 10-30 cm. arasında değişen sekiler ve duvar içinde dörtgen nişler bulunmaktadır. Duvarlar sıvalıdır, sıva üzeri beyaza boyandıktan sonra sarı, kırmızı ve siyah tonlarda resimler yapılmıştır. Kutsal odalar diğer odalara nazaran daha büyüktür. Bu evlerin içindeki duvar resimleri yanında ise orijinal boğa başı, koç başı ve geyik başlarının sıkıştırılmış kil ile konserve edilmiş trofeleri duvarlara aplike edilmiştir. Bunların yanında rölyef halinde insan figürleri ile hayvan figürleri de görünmektedir.

Çatalhöyük'te duvar resimleri en erken 10. en geç 11. tabakada bulunmuştur. En güzel ve gelişmişleri ise 7. ve 5. tabakalara aittir. Bu resimler paleolitik insanın mağara duvarlarına yaptığı resimlerin bir gelenek olarak devamıdır. İnanç olarak avın bereketi için yapılan resimlerdir. Geç döneme doğru duvar resimlerinde ev sahnelerinin azaldığı ve kuş motifleri ile geometrik desenlerin ortaya çıktığı görülür. Duvarlara resmedilmiş olan akbabalar tarafından parçalanan başsız insan figürlerinin ölü gömme adetleri ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Akbabalar tarafından et kısmı yenerek temizlenen kemikler toparlanarak hasırlardan yapılmış bir örtüye sarılır ve ev içindeki şekillerin altına gömülürdü. Şekiller altında yapılan araştırmalarda çok sayıda iskelet ortaya çıkarılmıştır. Ölü hediyesi olarak kemikten yapılmış aletler, renkli taşlar, kesici aletlerden taştan baltalar, deniz kabuğundan yapılmış boncuklar konmuştur. Çatalhöyük kazısında ele geçen heykelcikler bize ana tanrıça kültürünün (tapınma) başlangıcı ve zamanın inançları hakkında özgün bilgiler vermektedir. Pişmiş toprak ve taştan yapılmış bu heykelcikler 5 ila 15 cm. arasında değişen büyüklüktedir. Şişman, iri göğüslü, büyük kalçalı ve zaman zaman doğum yapar vaziyette tasvir edilmişlerdir. Bu özellikleri bolluk ve bereketi temsil etmeleri nedeniyledir. Çatalhöyük'te ele geçen alet ve malzemelerin hemen hepsi taş, pişmiş toprak, baltalar, sığ tabaklar, yüksek kabartma bereket tanrıçası motifleri ile süs eşyası olarak kullanılan bilezik ve kolyelerdir. Pişmiş topraktan iri taneli hamura sahip, çarksız siyah ve kiremit renkli kaplar ve çanaklar bulunmuştur. Ayrıca ana tanrıça ve mukaddes hayvan figürü de pişmiş topraktan yapılmıştır. Kemikten yapılmış kesici ve delici aletler ile obsidyenden yapılmış mızrak ve ok uçları Çatalhöyük'te kullanılan en önemli malzemelerdir.

Sille
Sille, Konya’nın 7 km kuzey batısında yer alan derin ve dar bir vadinin iki yakasında kurulmuştur. Vadinin arasından akan bir dere bulunmaktadır. Sille günümüzde Selçuklu Belediyesine bağlı bir mahalledir. Konya Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu kararınca “kentsel sit alanı” olarak ilân edilmiştir.

Sille bölgesi, Frigyalılardan günümüze iskân görmüş, Bizans döneminden itibaren önemli bir yerleşim yeri olmuştur. Erken Hristiyanlık devrinin ilk merkezlerinden; İstanbul-Kudüs arasındaki hac yolunun önemli konaklama noktalarından biridir.
Hristiyanlığın ilk yıllarında havarîlerden Aziz Paul ve arkadaşlarının Konya’ya geldikleri, dinlerini yaymaya çalıştıkları, baskılar karşısında da Sille civarındaki dağlara çekildikleri bilinmektedir.

Kilistra Antik Kenti
Konya'ya 55 km . mesafedeki Gökyurt köyündedir. Aziz Paulos (St.Paul), seyahatleri sırasında uğradığı Anadolu kentlerinden LYSTRA'ya 15 km . mesafede aynı dönem ve kültürün hüküm sürdüğü Kilistra köyü, ünlü kral yolu üzerinde olup Iconion (Konya), Psidia Antiochia (Yalvaç) arasında bulunmaktadır. Halen arkeoloji ve temizlik kazısı devam etmektedir.

Zazadin Hanı
Konya-Aksaray arasındaki tarihî kervan güzergâhında ve Tömek Köyü yakınlarındadır.
Doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen planlı bir oturum alanı üzerine avlu ve kapalı/barınak bölümünü ihtiva eden iki yapı kütlesi halinde inşa edilmiştir; dış cephe duvarları, cepheyle eş yükseklikte ve dışa taşkın prizmatik kütleler halinde tasarlanmış çokgen, kare ve silindirik planlı payanda ve köşe kuleleriyle desteklenmiştir. Cephe duvarlarında, çok sayıda devşirme taşın yapı malzemesi olarak kullanılmış olması ve duvar örgüsündeki taşçı işaretlerinin yoğunluğu özellikle dikkati çeker.
Hanın güney cephesinde ve avlu bölümünün batı köşesine yerleştirilmiş taçkapısı, dışa taşan ve cephe kotunu aşarak yükselen dikdörtgen prizmal bir kütleden ibarettir. Çift renkli taşların almaşık örgüyle kullanıldığı taçkapı kütlesi, üzerine pek az geometrik kompozisyonun işlendiği farklı genişlik ve profillerdeki bordür ve silmelerle, yanlardan ve üstten düşey dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır. Taçkapı nişi, halat örgü oymalı gövdeleri ve zar başlıklı silindirik köşe sütunceleri üzerine oturan sivri bir kemer gözüyle cepheye açılan sığ bir eyvan olarak tasarlanmıştır.
Basık kemerli kapının gerisindeki basık beşik tonozla örtülü bir giriş eyvanı vasıtasıyla dahil olunan avlu, güney, doğu ve kuzey kenarları boyunca yarı-açık ve kapalı mekânlarla çevrili dikdörtgen planlı bir alandır. Giriş eyvanının da bulunduğu güney kanadının batı ucunda, eyvana iki kenarından bitişen kare ve dikdörtgen planlı birer oda yer alır; sivri beşik tonozla örtülüdürler. Avlunun güney kanadının geri kalan mekânları, sivri beşik tonozla örtülü bir oda haricinde, kare planlı ayaklara oturan ve sivri beşik tonozlarla örtülü altı bölümden oluşan bir revaklı galeriden ibarettir. Giriş eyvanının üzerinde, fevkânî bir kat halinde düzenlenmiş kare planlı ve yıldız tonozla örtülü mescit yer almaktadır; kıble duvarında, profilli bir silmeyle dikdörtgen çerçeve içine alınmış yarım sekizgen planlı taş bir mihrap bulunur. Avlunun güney-batı köşesindeki tek kollu taş bir merdiven, zemin katı mescitle irtibatlandırır.
Avlunun doğu kanadı, birbirine bitişik dört odadan müteşekkildir; güney-doğu köşesindeki dikdörtgen planlı oda muhtemelen statik nedenlerle tuğla örgülü haç tonozla, diğer odalar ise sivri beşik tonozla örtülüdür.
Avlunun kuzey kanadının doğu bölümü, kare planlı ayaklarla bölüntülü ve sivri beşik tonozlarla örtülü çift sıra revaklı galeri halinde tasarlanmıştır. Kuzey kanadının batı kanadında ise dört oda ve üç bölmeli bir revak kuruluşu bulunur. Kuzey kanadının batı köşesindeki tek kollu taş bir merdiven, avlu ile hanın çatısını irtibatlandırır.
1996 yılında handa yapılan kazı çalışmalarında ele geçirilen çini fragmanlarının yapıya ait olup olmadığı tartışmalıdır.
Hanın batı kanadını oluşturan kapalı/barınak bölümünün taçkapısı, avluya bakan cephede dışa taşkın dikdörtgen prizmal bir kütleden ibarettir; iki renkli taşlarla örülmüş silme ve bordürlerle yanlardan ve üstten çevrelenen taçkapının kavsarası, sivri kemer gözü halinde cepheye açılan sığ bir eyvan olarak tasarlanmıştır.
Taçkapının basık kemerli kapı açıklığıyla dahil olunan kapalı/barınak bölümü, dikdörtgen planlı bir mekândır; sivri beşik tonozla örtülü orta sahın, doğu-batı yönünde uzanan mütemâdi bir mekân olarak tasarlanmış; yan sahınlar da kuzey-güney yönünde uzanan birbirine geçişli ve sivri beşik tonozlarla örtülü altı bölüm halinde orta sahınla irtibatlandırılmıştır. Orta sahın daha geniş ve yüksektir; merkezindeki kare planlı alan, içten tromplarla geçilen kubbe ile örtülüdür. Kubbeyi dıştan örten özgün strüktür, çatı kotu üzerinde yükselen köşeleri pahlanmış kare prizmal bir kaideden ibaret olup, onarımlar sırasında üzerine polikarbon malzemeyle sekizgen prizmal şeffaf bir kasnak yapılıp, aynı malzemeyle sekizgen piramidal şeffaf bir külâhla örtülmüştür. 1996 yılında kapalı/barınak bölümünde yapılan kazı çalışmaları sırasında altıgen döşeme tuğlaları bulunmuştur.
Avlu ve kapalı/barınak bölümü taçkapılarında iki ayrı kitâbe yer almaktadır; kapalı/barınak bölümünün taçkapısındaki sivri kemerli bir niş içine yerleştirilmiş beş satırlık sülüs hatlı Arapça kitâbeye göre, sözkonusu bölümün Selçuklu Sultanı I. Alâeddîn Keykubad zamanında ve Köpek bin Muhammed tarafından 1235/36 yılında bitirildiği, avlu taçkapısındaki dört satırlık sülüs hatlı Arapça kitâbede ise, avlunun, Selçuklu Sultanı II. Gıyâseddîn Keyhüsrev zamanında ve aynı bâni tarafından 1236/37 yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır. Her iki kitâbede de, Köpek bin Muhammed olarak zikredilen bânîsi, ünlü Selçuklu Emîri, aynı zamanda Emîr-i Şikâr, nakkaş ve mimar olduğu bilinen Sâdeddîn Köpek’tir. Hanın mimarının da kendisi olması muhtemeldir.
Mevlâna Celaleddin-i Rumi

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.
Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı.
Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti.
Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine defnedildi.

Sultânü'l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

Hazreti Mevlâna'nın Eserleri

MESNEVİ
Mesnevi klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım türüne Mesnevi adı verilmiştir. Uzun sürecek konular veya hikayeler şiir yoluyla anlatılmak istendiğinde, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevi türü tercih edilirdi.
Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de, "Mesnevi" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevi'si" gelmektedir.
Mevlâna Mesnevi'yi Hüsameddin Çelebi'nin isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre, Mevlâna, Mesnevi beyitlerini Meram'da gezerken, oturuken, yürürken, hatta semâ ederken söylermiş. Çelebi Hüsameddin de yazarmış.
Mesnevi'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunulan en eski Mesnevi nüshasına göre beyit sayısı 25618 dir.
Mesnevi'nin Vezni:
Fâ i lâ tün - fâ i lâ tün - fâ i lün 'dür.
Mevlâna 6 ciltlik Mesnevi'sinde tasavvufi fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.

DÎVÂN-I KEBİR
Divân şairlerinin şiirlerini topladıkları deftere denir. "Divân-ı Kebir "Büyük Defter" veya "Büyük Divân" manasına gelir.
Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Divân-ı Kebir'in dili Farsça olmakla beraber, içinde Arapça, Türkçe ve Rumca şiire de yer verilmiştir.
Divân-ı Kebir 21 küçük divân (Bahir) ile rubâî divânının bir araya getirilmesi ile oluşmuştur. Divân-ı Kebir'in beyit sayısı 40.000'i aşmaktadır.
Mevlâna Divân-ı Kebir'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu divâna Divân-ı Şems de denmektedir. Divânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.

MEKTÛBÂT
Mevlâna'nın başta Selçuklu hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen dini ve ilmi konularda açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur.
Mevlâna bu mektuplarında, edebi mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, ben deniz"gibi kelimelere hiç yer vermemiştir.
Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa, onu kullanmıştır.

FÎHİ MÂ FİH
Fîhi Mâ Fih "Ne varsa içindedir" manasına gelmektedir. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetleri içermektedir. Bunların oğlu Sultan Veled tarafından bir kitapta toplandığı sanılmaktadır. Eser 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da değinilmiştir. Bu nedenle bu eser tarihi açıdan da büyük bir önem taşımaktadır.
Eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret mürşid ve mürid, aşk ve sema gibi konular işlenmiştir.

MECÂLİS-İ SEB'A (YEDİ MECLİS)
Mecâlis-i Seb'a adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisinin, yedi vaazının toplanmasından meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlenmesi yapıldıktan sonra, Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği hadisleri şu konulara ayırmıştır:
1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı
2. Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış
3. İnanç'daki kudret
4. Tövbe edip doğru yolu bulanların Allah'ın sevgili kulu olacakları
5. Bilginin değeri
6. Gaflete dalış
7. Aklın önemi
Bu yedi mecliste, asıl şerh edilen hadiselerle beraber 41 hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her hadis içtimaidir. Mevlâna, yedi meclisinde her bölüme "hamd-ü sena" ve "münacat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufi görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevi'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.

Mevlana ve Mevlevilik
Mevlevilik; tamamen sevgi ve hoşgörü üzerine kurulmuş bir müessesedir. Hazreti Mevlâna, yaradana gönül veren, bütün dünyadaki yaratıkları yaradandan ötürü sevmeyi ve bizlere sevgiden söz etmeyi öğreten bir aşk piridir.
Denizi bir testiye dökersen ne kadar alır? Bir günün kısmetini
İşte deniz nasıl testiye kabın genişliği kadar sığarsa Mevlâna da kelime kalıplarına ve bizim idrakimize, istidadımız nisbetinde sığar. Zaten Mevlâna en kuvvetli, en üstün idrakin de ötesindedir.
Aşık ol aşık, aşkı seç ki sen de seçilmiş bir insan olasındiye seslenir.
Kendi varlığından geçerek Allah’ta fani olmak; yani Allah’a tam bir gönül bağlamak Allah’a giden en kısa yoldur. Gönlünü Hakk’a vermiş bir insanın artık kendi benliği kalmamıştır. Onun her zerresinden işleyen Allah’tır. Böylece o kişi nefsine uyup başkasına zarar verecek kötü işlerde bulunmaz. Allah ahlakına bürünmüştür. Hz. Muhammed ve Hz. Mevlâna bize bu vasıflarıyla örnek olmuşlardır.
Mevlâna cihana sığmayan hudutsuz bir varlıktır. Güzeli, doğruyu, iyiyi, aşkı, hakikati arayanlara müjdeler veren lâhudî sestir. Zulmette kalanlara teselli sunan Rahmani sedadır. Ayrılıktan inleyenlere şifa bahşeden devalı nefestir. İnsana insanı öğretendir. Her şeyin insanda olduğunu ve tüm evrenin insanın emrine verildiğini öğretendir.
Mevlâna büyük bir Hak aşığıdır. Aşkın efendisidir. Aşkta yok olmuştur. Bizzat aşktır. Aşkın ne olduğunu soranlara;
"Benim gibi ol da bil, ister nur olsun, ister karanlık, o olmadıkça, onu tamamiyle bilemezsin." buyurur.
İnsan düşüncesine yepyeni bir mesaj veren ve İslam düşünürlerinin fikir ve sistemlerini, inanç akidelerini ruh, akıl ve sevgi üçgeni içinde sunan, insanlığa ahlak, din, ilim ve akıl yolunda heyecan katarak yeni ufuklar açan Mevlâna Celâleddin-i Rûmi, müstesna yüce bir varlık, ilahi bir ışık, manevi bir güneştir. Onun insan düşüncesine verdiği en büyük mesaj Aşk, Sevgi ve Birliktir.
O, bir veli hüviyetiyle gönüller coşturmuş, bir pir, bir mürşid olan insan aklını nur ile yıkamış, akıl ve gönülleri kirden ve ikilikten kurtarmış ve temizlemiştir.
O, hiçbir şeyi inkar etmez, ama her şeyi birleştirir, bütünleştirir ve sevdirir. O kimseyi ayrı görmez; Çünkü O, herşeyin Allah’ın zuhur ve tecellisi olduğunu bilir ve bunu gönlüne ve insan aklına hâl olarak yansıtır.
Mevlâna, aziz ve yüce bir üstattır. Tek başına bir sistemdir, bir hayat ve düzendir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve herşeyi ile yüceliği öğreten bir HAL ABİDESİ’dir. Peygamber’in gerçek temsilcisi, aşkın ve aklın en yüksek öğesi ve gerçeğidir.
İnsan yaratılmışların en şereflisidir düsturuyla; her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklayan Hz. Mevlâna sevginin, barışın, kardeşliğin, hoşgörünün sembolüdür.
İnce Minare Müzesi
Selçuklu mimarîsinin tipik örneklerinden olan Medrese, “Taş ve Ahşap Eserleri Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır. Selçuklu Sultanı II.İzzeddin Keykâvus zamanında Vezir Sâhib Atâ Fahreddin Ali tarafından 1258-1279 tarihlerinde yaptırılmıştır. Mimarı, Keluk b. Abdullah’tır.
1956 yılında müze olarak açılmış olup, halen Beylik, Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine âit taş ve ahşap eserler sergilenmektedir.
Müzede Selçuklu ve Karamanoğlu Devrine ait taş ve mermer üzerine oyma tekniği ile yazılmış inşa ve tamir kitabeleri, Konya Kalesi'ne ait yüksek kabartma rölyefler, çeşitli ahşap malzemeye oyma tekniği ile yapılmış geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiş kapı ve pencere kanatları, ahşap tavan göbeği örnekleri ve mermer üzerine işlenmiş mezar şahidesi ve sandukalar teşhir edilmektedir.
Başkenti Konya olan Selçukluların sembolü çift başlı kartal ve kanatlı melek figürlerinin en güzel örnekleri de bu müzede sergilenmektedir.